top of page

YOLCU

"Şunu baştan daha düzgün anlat bakayım?"

Hilmi Bey yakın gözlüklerini burnunun ucuna kadar sürüklemiş karşısındaki garip görünüşlü gencin anlattığı hikayeyi kafasında tartıyordu. Anlattığı şeylere inanmak mümkün değildi ama yine de dinlemesi eğlenceliydi.

En fazla otuz yaşında olan esmer yağız delikanlı mavi gözlerini Hilmi Bey'e dikip yüzünü buruşturdu.

"Neyi anlamak istiyorsun gözünü seveyim? Yapacağın şey çok basit!"

Hilmi gülümseyerek gözlüklerini tekrar gözlerine yanaştırdı.

"Neyi basitmiş bunun? Gelmişsin odama, abuk subuk bir hikaye anlatıyorsun. Üstüne üstlük daha önce hiç duymadığım hikayen kadar saçma bir şarkıyı radyoda yayınlamamı istiyorsun! Nereden bileceğim bunun kendini cemiyete tanıtmak için bir kumpas olmadığını söylesene?"

Adının Berk olduğunu iddia eden genç adam ayağa kalktı. Hem Berk nedir allasen? Bunu nereden uydurdun? Diye düşünse de sesini çıkartmadı. “Baştan anlatırsam dediklerimi yapacak mısın?”

“İnanırsam evet.”

“Peki ya inanmazsan?”

“Sen yoluna ben yoluma.”

Sinirli görünüyordu ama sakinliğini korumakta ustaya benziyordu. Bir İngiliz ajanı neden olmasın ki? Belki amacı dediklerini yapıp halkı etkisine alacak bir kumpas kurmaktı. Kim bilir?

“İnanmadın diyelim. Ne kaybedeceksin? Eğer doğru söylüyorsam bir hayat kurtarmış olacaksın.”

“İşimi tabii ki. Mahkemelerde yargılanmayı saymıyorum bile.”

Genç pes etmiş bir şekilde gerisingeri koltuğu bıraktı kendisini. Derin bir nefes alıp dudaklarını yaladı. Yalan yok iyi hatipti. Bu bile bir ajan olma ihtimalini arttırıyordu. Hilmi gülümsememeye çalışarak gence döndü.

“Kaç yılından gelmiştin söyle bakayım?”

“2023”

“Bak sen doksan üç sene sonradan.”

“Evet. Birçoğumuz bu dönemleri biliyor. Bazılarımız nefret etse de hala sizleri saygıyla ananlar var. Çok değişti dünya. Türkiye de değişti. Ama olsun bu dönemi görmek benim için çok güzel oldu.”

“Ne demek bizden nefret edenler var? İngilizler, Fransızlar mı ele

geçirdi ülkeyi?”

“Zamanı değiştirmek istemem. O yüzden fazla bilgi vermek istemiyorum. Ama bil ki yabancılara gerek kalmadı. Kendimiz böldük memleketi.” İnanmasa da hayali bile güzel değildi gencin söylediklerinin. Ajan bu velet kesin. Başka açıklaması yok.

“Herneyse. Bir gün amcamdan bana bir paket geldi. Arabam için yeni bir multimedya sistem göndermişti.”

“Ne sistem?”

“Radyonun gelişmişi gibi düşün. Önemli olan bunlar değil Allah aşkına dinle.” “Merak ediyoruz oğlum. Söylüyorsun abuk subuk şeyler.”

“Ya radyo gibi arabalara takılan türü.”

“E o daha geçen yıl icat edildi. Bir de onu geliştirdiler mi?”

“Hem de nasıl. Mesela artık kendi istediğin şeyleri dinliyorsun, hatta izliyorsun. Arabada gösterdim ya?”

“O da arabaysa tabii.”

“Yahu ona hayran kalıyorsan daha neler var. Bir bilsen.”

“Neler var?”

Cebinden yine o garip cihazı çıkartıp kendisine uzattığında yutkundu. Garip bir cihazdı. Telefon diyordu ama çevirebileceği bir numara yoktu. Cihazın üzerinde garip şekilli dört tekerlekli bir araç görünüyordu.

“Bu da mı araba?”

“Daha neler var bir bilsen.”

Kesin olan şey çocuğun görevine iyi bir şekilde hazırlanmış olduğuydu. Elindeki şeyleri şaşkınlıkla ikinci defa izliyordu. O multişeyi de arabayı da görmüştü.

“Neyse devam et bakayım.”

“Gittim bir elektrikçiden bağlattım. Yola çıktım. Açıp da bir şey dinleyeyim dedim. Devamlı dinlediğim bir radyo vardı. Sevdiğim müzikleri çalar genelde. Neyse... tuttum onu açtım. Akın Eldes’ten Uzun ince bir yoldayım çıktı.”

“Aşık Veysel olmasın o?”

“Heh o ama onun cover’ı”

“Neyi?”

“Ya başka bir müzisyen bir müzisyenin şarkısını çalıyor. Kendi türüne göre yorumluyor. Cover diyoruz.”

“Ne güzel. Türkçe değil bu değil mi?”

“Yok değil.”

“Şahane. İngilizler sizi ele geçirmedi yani değil mi?”

“Ah be bir bilsen... ama neyse.”

“Devam et bakayım.”

“Neyse... bir titreşim hatırlıyorum. Gözlerim bir anlığına karardı. Çok kısa bir anlığına ama o an etrafımdaki birkaç şey değişti. Garipti. Çok garip. Radyonun bantı değişmiş cızırtılı bir hal almıştı ama geçtiğim cadde eskisi gibi değildi. Daha doğrusu eskisi gibiydi.”

“Oğlum ne diyorsun sen?”

“Ya beş yıl önce nasılsa öyle olmuştu cadde. Etrafımdaki herkes bana garip garip bakıyordu. Arabalar değişmişti. Her şey beş yıl geriye gitmişti.”

“Hemen anladın yani?”

“Evet çünkü önünden geçtiğim park tam beş yıl önce kapanmış yerine alış veriş merkezi dikilmişti. Köşesine de devasa bir polis kontrol noktası dikmişlerdi ama yoktu. Sadece park vardı. Çocuklar koşturup duruyorlardı. Bir gariplik olduğunu hissetmiştim ama anlayamamıştım. Radyoyu kurcalayıp bir habere denk gelmek istedim. Ama yok. Mor ve ötesi çıktı. Dünya yalan söylüyor diye bir şarkı vardı. Hoop yine gözüm karardı. Baktım etrafım daha garip.”

“Nasıl garip?”

“Ya anlatması güç. Zengin gibiydi insanlar. Mutluydular.”

“Neden öyle dedin?”

“Normalde pek de mutlu insan kalmadı sokakta. Aç insan dolu. Patates kartlarını soğan kartıyla takas için bağıranlar falan yoktu.”

“Ne kartı?”

“Dedim ya boş ver diye. Anlatmamam gerek bunları.”

“Neden?”

“Zamanı değiştirmiş olurum. Bunu ne kadar çok istesem de yanlış olur.” Hilmi en azından çocuğun bu konuda dürüst olduğunu gördü. Gözleri yalan söylemiyordu. Korkuyor gibiydi. Başını sallayıp devam etmesini işaret etti. “Neyse. O an kenara çektim arabamı. Herkes bir garip bakıyordu bana. Arabama. Anladım ki o dönemde değildim. Karşımdaki ilk çocuğa hangi tarihte olduğumuzu sordum. 2004 dedi. Ulan 2004 yılına gitmiştim. Arabaya koşup bindim. Hızla CD’lere baktım yeni albümlerden birini taktım ama kararmadı bu sefer dünya. Olduğum yerdeydim.”

“Neyi?”

“Yahu bu da bir teknoloji işte. Bak çok fazla bilmediğin şey var. Ama konu bu değil. Lütfen anla.”

“Anlat o halde.”

“Anladım ki olay radyodaydı. O an bir bok yedim. Cd’yi çıkartıp flash belleği

takmak istedim. Hoop Radyo’da bir duyuru. Hudadat Şakir Hanım. Regrets de Manon’un taş plak kayıtlarına ulaşmışlar.”

“E o dündü.”

“Bize göre değil. Ama şimdi işte buradayım. Dönemiyorum çünkü radyoda çalması gerekiyor şarkının. Bittim ben. Tek çarem sizin radyoda benim dönemime ait bir şarkı çalmanız.”

“O dediğin filan milat yok bizde. Sidi de yok. Hem olsa da gayeni bilmiyorum delikanlı. Kusura bakma.”

“Bak bir yolu olmalı. Lütfen, yalvarırım.”

“Kusura kalma delikanlı. Hikayene inanıyorsun, inandırmışsın kendini ama ben inanmadım.”

“Ne olacak peki?”

“Seni teslim etmem gerekiyor.”

Önce karşı çıkacak gibi olduysa da başını eğip oturmaya devam etmişti. İçi burkulan Hilmi Bey ayağa kalkıp dışarıda bekleyen hasan’a seslendi. “Hasan...”

“Buyur beyim.”

“Şu genç arkadaşı...”

“Evet?”

“Ölçülerini al da kıyafet getir. Böyle çok göze batıyor.”

Şaşkın bir şekilde kendisine bakan iki genç adama da gülümsedi.

“Hızlı olun. Daha yapacak işlerimiz var.”

Genç adam elini öpmek için sarıldığında hızla geri çekti.

“Doğru söylüyorsan hayatın kurtulur. Ha yok yalansa teslim ederim. Olacaklara da karışmam.

“Çok teşekkürler. Çok ama çok.”

“Uzatma haydi daha nasıl yapacağımızı bulamadık şu işi.”

Birkaç saat sonra genç adam abuk subuk kıyafetlerinden kurtulmuş tam

karşısında duruyordu. Şapka da yakışmıştı. O saçma sapan sakalını da keserse kesinlikle göze batmayacaktı ama fazla zamanları yoktu. “Şimdi elimizde ne var anlat bakalım.”

“Elimde Katre adlı grubun 2023’de çıkan albümleri var.”

“E bunları nasıl çalacağız? ”

“Telefonumda yüklüler. Bilmiyorum nasıl olur. Arabaya binmeden anlayamam.”

“Yarın saat 10:00 da müzik yayını var. Mikrofonu dayayıp yaparız.”

“O zaman telefon sizde kalmış olur. Bu da zamanı değiştirir.”

“O zaman bunları kaydetmeliyiz plaklara.Ermeni bir aile var. Yeşilköy’de bir plak kayıt şirketleri var. Gesaryan ailesine ait orası. Şu elindeki müzikleri alıp gidelim bakalım. Ne yapabilirler görelim.”

Yol boyunca gelecekten sohbet açmaya çalışan Hilmi Bey’in aksine Berk denen delikanlı sessiz kalmıştı. Gelecekten çok fazla bilgi vermek istemiyordu. Hilmi çocuğun bu dirayetine hayran kalmıştı.

Sahibinin Sesi adlı firmaya geldiklerinde Hilmi, Berk’i konuşmaması konusunda uyararak içeriye girdi.

Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi’nden geldiğini söyleyen Hilmi Bey’e kapılar sonuna kadar açılmıştı. Bir plak kayıt gerektiği söylendiğinde ise durum beklendiği kadar hoş karşılanmamış oldukça yüklü bir fatura ile karşılaşmıştı. Elleri boş şekilde binadan çıktıklarında Berk umutsuz bakışlarla kendisine döndü.

“Tutar çok mu?”

“Epey çok.”

“O zaman bir şans yok.”

“Neşriyatımızı her gün banttan yapıyoruz ama... elimizde öyle büyük

kaynak yok.”

“Anlıyorum. Yine de sağ ol. İnandın, güvendin bana.”

Tek kelime dahi etmeden Sirkeci’deki minik stüdyolarına döndüklerinde akşam olmuştu. Hilmi Bey stüdyoda çok fazla kalmayarak Berk’e geçici bir süre yatabileceği bir oda tahsis edip kendi odasına çekildiğinde uyuyamayacağını anlamıştı. Odanın içerisinde bir süre dönüp durduktan sonra aklına gelen plan ile yatağından fırlayıp gencin odasına girdi.

“Bir planım var!”

“Ciddi misin?”

“Evet. Ama o telefonu bana vereceksin.”

“Ne yapacaksın?”

“Sana istediğin müziği çalıp sonra imha edeceğim hiç meraklanma. Kimse görmeyecek bile.”

Gece boyunca telefonun nasıl çalıştığı konusunda eğitim alan Hilmi sonunda müzik çalmayı ve bunu o minicik cihazın neresine saklandığı belli olmayan hoparlörlere vermeyi başarmıştı. İlk defa banttan değil de mikrofondan bir yayın yapacakları için heyecanlıydı.

Sabahın ilk saatlerinde tekrar Sirkeci’ye geçen iki kafadar yayın için tüm hazırlıkları tamamladıklarken Hasan odaya nefes nefese girmişti.

“Beyim. İki Zabıt yanlarında amirleriyle geldiler.”

“Polis de artık şunlara Hasan. Ne istiyorlarmış?”

“Bir ajan ihbarı almışlar. Seninle görüşmek istiyorlar.”

Hilmi heyecanla Berk’e döndü.

“Kim ihbar etti bilmiyorum ama çık buradan. Hasan ile aşağıda buluşursunuz. Sen köşeden çıkıp çatıdan aşağı inmenin bir yolunu bul, Hasan seni arabaya götürür. Saat 10.00 da o araba mı ne zıkkımsa onun içinde ol. Frekansı iyice ayarla.”

“Tamamdır. Çok teşekkürler Hilmi Bey.”

“Daha bir şey yapmadım. Haydi git.”

Polisleri ikna etmek güç olmuştu. Ama içeride bir şey bulamayınca geldikleri

gibi hızla gitmişlerdi. Saat tam 10.00 da Hilmi Bey mikrofonu açarak anonsunu yaptı.

“Alo alo, muhterem samiin... Burası İstanbul Telsiz Telefonu... 1200 metre tul-u mevç, 250 kilosaykıl... Bugünkü neşriyatımıza başlıyoruz.”

Mikrofonu açık bırakıp telefonu Berk’in gösterdiği şekilde açıp Katre yazan grubun ilk şarkısına parmağı ile bastı. Ses çok kısık geliyordu ve bunu öğretmemişti. Mikrofona iyice yaklaştırdığı cihaz uğuldamaktan başka bir şey yapmıyordu. Panikleyerek ekrana kasaya vurmaya başlasa da ses yükselmiyordu. Avuçlarının arasında sımsıkı bastırdığı cihazın bir anda sesi yükselmeye başladı. Avucunun içerisinde kalan telefonun kenarında bir çıkıntı vardı ve basılı kalmıştı. Ses bu sayede yükselmişti. Büyük bir kahkaha atarak mikrofonu iyice telefona yaklaştırdı...

Hasan bir saat sonra dönmüştü. Şaşkın, korkmuş görünüyordu.

Ama mutluydu.

“Ne oldu Hasan?”

“Gitti Beyim. Bir anda buhar oldu gitti sanki.”

“İşe yaradı mı?”

“Sen ne diyorsun beyim? Adam yok oldu diyorum.”

“O halde yaramıştır.”

“İnşallah Beyim... İnşallah... Sanki...”

“Sanki Ne?”

“Arabanın içinde bir çırpındı sanki... son gördüğüm oydu...”

“E dedikleri doğruysa kolay değildir. O zaman elimizdekini de kıralım da bitsin bu çile.”

Telefonu hızla yere vurup paramparça etti. Kalan paraları da sobanın içerisine atıp yaktı. Gelecekten gelen yolcu güvenle gitmişti.

———————————-

“Allah kahretsin! Allah kahretsin!”

Berk sinirle direksiyona vurmaktan başka bir şey yapamıyordu. Hiç düşünememişti. Dijital bir radyonun bant ayarı için açık olması gerekiyordu ve bir hata olmuştu. AM frekansında ararken bir Rus Propoganda radyosuna denk gelmiş daha değiştiremeden gözleri kararmıştı. Çaykovski’nin Kuğu gölüydü çalan melodi...

Dönüşü mümkün olmayan bir zaman diliminde, 1875 veya 1876 yılında olmalıydı. Bitmişti... son model arabası ile birlikte İstanbul’da hapsolmuştu. Çaresiz bir şekilde elinde kalan her şeyi denedi ama değişen bir şey yoktu. Şimdi fark etmişti ki multimedya sisteminin üzerindeki video tuşu kırmızı ışığıya yanıp sönüyordu.

Heyecanla düğmeye bastığında karşısında başına tüm bunları açan

amcası çıktı.

“Berk. Evladım. Henüz prototip olarak geliştirdiğim bir cihaz sana gönderiyorum. Ne yaparsan yap sakın radyoyu kullanma. Bu elindeki şey yüzünden beni öldürmeye çalışan bir sürü adam var. Eğer kullacak kadar salak olursan ve geçmişte hapsolduğunu düşünürsen aklına gelsin. Telefonunda mesajlaşmamızı bularak ilk mesajı bul ve onu gir. Zaten sana bugün de o mesajı tekrar göndereceğim. Sakın ama sakın mesajları unutma. Her şey sana emanet. Birkaç hafta içerisinde senden almaya geleceğim. Hoşça kal...”

Arabanın içerisinde sinirle direksiyonu yumruklamaya devam etti. Kendisini hapsetmiş ve tek kurtuluşunu da geride bırakmıştı.


251 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

SUÇLU

HASTA

HASATÇILAR

bottom of page